7 Ocak 2012 Cumartesi

Okey Taşları




















Dağıldık. Dağıtıldık. Dört büyük tahta parçasına ve hepsinden uzak, yalnız bir adaya yayıldık. Bildiğimiz bütün dünya bundan ibaret. Biz okey taşlarıyız.

Yaşamamızın şans işi olduğunu söylerler. Haklılar. Bizi şans yarattı, yine şans öldürecek. Her sene bizim için yeni bir oyundur, masada kalırız ya da köşedeki mezarlardan birine gömülürüz.

Popomuza yediğimiz ilk şaplakla başlar oyun. Şaşırma, taş bile olsan kurtarman gereken bir kıçın var sonuçta. İlk başta oyunlar hep zor olur. Acemisiyiz ne de olsa. Ya sıralanırız küçükten büyüğe, beş-altı-yedi diye, aile diye; ya da yaşıtlarımızı bulur, üçlü dörtlü gruplarla dolaşırız birlikte. Rahattır çünkü, güvenlidir onların yanında olmak. Yerin bellidir, kolay kolay bozulmaz birliğiniz. Kimse sizi bozmaya cesaret edemez.

Derken nice oyunlar geçer, kazanır kaybederiz bu yolda. Küçük zaferler, gözümüzde büyüttüğümüz yenilgiler... Hepsi oyunu öğretmek için aslında. Ve sonra, tam "öğrendim galiba" derken başlar asıl hayat. Çünkü biz, bir zaman sonra, "çifte gitmesi" istenen okey taşlarıyız. Asıl sınav odur, asıl takdir oradan gelir. Bir kere bile çifte gitmeyeni, en azından denemeyeni, oyunu öğrenmiş saymazlar burada. Lakin çifte gitmek zordur. Sabır ister, arayış ister, uyum ister. Üstüne üstlük, çifte giden taşlara daha kolay müdahale edilir. Bazen "böyle yürümeyecek galiba" şüphesi bile çiftleri ayırmaya yeter.

Yine de, derdin oyunu sadece kazanmak değil, aynı zamanda güzel bitirmekse, "Biliyor bu işi!" dedirtmekse, geç olmadan çifte gitmeyi dene. Bilirsin, oyun başladıktan sonra çifte gitmek her saniye zorlaşır. Taşlar azalır, benzerini bulamazsın ortalıkta. Unutma ki bu masa, sırf çifte gidemiyor diye bir köşede üst üste dizilmiş taşlarla dolu.