8 Kasım 2013 Cuma

"O"nun günlüğüne mektuplar - 8 Kasım 2013

Konuşmayalı ne çok zaman oldu. Sesini duymak bir lütufmuş meğer. Elim ayağım tutuyor diye şükretmekmiş, varken değerini anlamakmış.

Saklamak mümkün olsa, bana bütün dediklerini kaydederdim. İyisiyle, kötüsüyle, ne dediysen. Çünkü sen dünyanın en saçma kelimesini söylesen, ben onu dönüp dönüp yine dinlerim. Dinlerken düşünürüm. O güzel dudakların neleri art arda diziyor da, ikimizi yan yana koymaya isteksiz.

23 Nisan 2013 Salı

Kötü Adam Şeytan















      Ev o gün her zamanki halindeydi. Farklı olan tek şey, babamın evde olmasıydı. O zamanlar haftasonu diye bir kavramın varlığından haberdar değilim. Benim için “babamın evde olduğu ve olmadığı günler” vardı. Eğer babam evdeyse, sabah erkenden -pek istemesem de- kahvaltı ederdik. Yoksa oyuncaklarıma gitmem için izin çıkmazdı. Oyuncaklarım dediğim de üç dört tane bir şeydi, fazlası israftı. Ama o üç dört şey, oynarken üç dört bin şey olurdu. Elinde ince bir çubuk tutan o adam yeri geldi savaşçı oldu, yeri geldi itfaiyeci oldu, hatta barış çubuğu tüttüren kızılderili oldu.

28 Şubat 2013 Perşembe

Çocukluk















Kilidine erişemediğimiz kapıların ardından bakakalmaktı çocukluğumuz. Birilerinin bize yol açmasını bekledik hep. Büyüdük, eriştik kilitlere; belki "erişkin" denmesi bundandır biraz.

Ardına kadar açtık önümüzdeki kapıları. Sınırsızca gezdik, günler hatta yıllar boyu. Sonra biz de kapılar koymaya başladık. Sakladık, bazen günahları, bazen sevapları. Biz nasıl öğrenemediysek küçükken, bizden sonrakiler de öğrenemesin dedik. Onların aklı ermez böyle şeylere dedik.

Diye diye yaşlandık. Gençken koyduğumuz kapılarımız çalınsın, arkasından iki ufak sevimli göz bize baksın diye bekler olduk, bir umut. Kimse gelmedi. Artık saklayacak bir şeyimiz de yoktu zaten, saklı kalanları da biz kendimiz ortaya çıkardık.

Kapılarımızdan kilitleri kaldırdık. Artık herkese açıktık ve bir o kadar çaresiz. Kimse gelmedi, kimse gelmedi ve gelmedikçe engellerimizi kaldırdık. Sonunda etrafımızda kilitsiz kapılarla kalakaldık.

Dört tarafımız çevriliydi. Zamanı geldi; toprağa girdik, kapılarımızla gömüldük. Ama onlara katiyen kilit koydurmadık. Belki bir gün kapımız çalınır, ardında iki ufak sevimli göz bize bakar diye, bir umut.

29 Ocak 2013 Salı

Yürüme Vakti












İnsanlar yürüdüler.
Soldan sağa, sağdan sola...
Yokuş aşağı, yokuş yukarı...
Gülerek geçtiler, bağırarak bazen.
Çocuklar koşuşturdu, gençler bisiklet üstünde, yaşlılara eşlik edense sadece alışveriş torbalarıydı.

Kızlar çekingen ve özenli, bazen süslü.
Oğlanlar rahat ve dağınık, ama her daim sert ve katı...

Telefonla konuştular, birbirleriyle konuştular, selamlaştılar, şakalaştılar.
Üzgün olan da vardı elbet, onu da yolda teselli ettiler.
Okula gittiler, namaza gittiler, fırına gittiler.
Her gidişin dönüşü misali, geri döndüler, hem de evlerine.

İnsanlar yürüdüler, hayat aktı.
Ben sessizce izledim, olduğum yerde.
Şimdi benim için de yürüme vakti.

Ve Ben...









Bir köpek, çöpten kaptığı torbada yemek buldu.
Bir evsiz, karlı bir kış akşamı donmak üzereyken alınıp spor salonuna konuldu.
Bir fakirhanede aylar sonra et pişti.
Bir çocuk, iki oyuncağından birini sokaktaki yaşıtıyla paylaştı. Sokaktaki, ilk defa gerçek bir oyuncakla oynadı.
Bir baba, çocuğunun zayıfsız karnesine gururla baktı.
İki eski dost, yirmi beş yılın hasretini bir sarılmada eritti.
Bir kız, hayatının aşkına "Evet!" derken gözleri yaşla doldu.
Bir delikanlı, ilk defa uçağa bindi. Biraz korktu, ama erkekliğine yediremediğinden çaktırmadı.
Bir bebek, ilk adımlarını o çok merak ettiği sobaya doğru attı; çığlıklar eşliğinde...
Bir sardunya, bu kışı da atlattığını en güzel çiçeğini açarak ispat etti.

...Ve ben özgürlüğüme kavuştum.