28 Ekim 2012 Pazar

Nöbette

Çelik kaskı kafana taktığın anda üşüşüyor düşünceler. Sanki çıkış yollarını kapatmışsın da, kaçacak yer arıyorlarmış gibi dört dönüyorlar zihninde. Bakmayın dışarıdan hep aynı göründüğümüze. Herkes aslında kendi düşüncelerinin nöbetini tutuyor.

Mevziler askerin efkar masası gibi. Sorsan herkes dertli, herkes bir şeyleri çözmeye çalışıyor. Gerçi bu dünyada derdi olmayan var mı ki, gariban askerin derdi olmasın? On beş aydır geleni gideni olmayanı mı dersin, üç kuruş maaşından ailesine para ayırmaya çalışanı mı, yoksa sevdiğine kavuşamayanı mı... Sevdiğini düşünmek en "lüks" dert gibi, ama aslında en çok can acıtanı. Çünkü çıkar yolu yoktur, elden bir şey gelmez. "O" ya vardır, ya yoktur. Ya yanındadır, ya da hiçbir yerde. Belki de aslında her yerdedir, gözünün alabildiğine... Neyse... Neyse diyince dağılıyor düşünceler, kuytuya kaçıyorlar bir süreliğine. Sonra yaramaz çocuklar gibi yine üşüşecekler başıma, biliyorum.

16 Eylül 2012 Pazar

Bir Zamanlar Acemiydik


Doğru tahmin ettiniz, başlığı Bir Zamanlar Askerdik filminden uyarladım. Henüz "bir zamanlar askerdik" diyemiyoruz, ama acemilik artık geride kaldı. 5 haftalık eğitimimizi tamamladık ve koğuş arkadaşlarımla birlikte Şanlıurfa'da usta jandarma olarak görev yapacağız.

Acemilik döneminde eğitim programımız genelde yoğundu. Gün içinde neredeyse hiç istirahatimiz olmadı, ama jandarmalar için bu normalmiş. Diğer piyade birliklerine göre daha çok eğitim alırlarmış. Allah'tan koğuş ve bina şartlarımız iyiydi.

Her şeyden önce, ülkede çok çok az askere nasip olacak bir koğuş ortamım oldu. Birbiriyle iyi anlaşan, yardımsever, çalışkan ve esprili arkadaşlarım sayesinde askeriye daha çekilir bir yer haline geldi. Onlar sayesinde, bazı akşamlarda zamanın nasıl geçtiğini bile unuttum diyebilirim. Hepsine teşekkür ederim.

Gelelim izlenimlere... Askerlikteki hiçbir olay zaten sivildeki gibi değil, ama bazı durumlar gözüme daha çok çarptı:

7 Ağustos 2012 Salı

Biraz ayrılık, biraz hüzün














"...Yastığımda kalmış yüzün,
 Biraz ayrılık biraz hüzün..."

İşten ayrıldığım günün gecesinde eve geldiğimde bu şarkı çalıyordu. Daha önce aşk şarkısı olarak dinlediğimde beni etkilememişti, ama tam da o anki durumumu yansıttığını fark ettim. Şarkıların insanı nereden yakalayacağı belli olmuyor.

Bu ay ortası itibariyle (abartmayayım birkaç gün sonra) askere gidiyorum, işten ayrılmamın sebebi bu. Bir süreliğine başka bir dünyaya geçeceğim, adeta bir paralel evrene. Bu dünyadaki bağlarımı koparacağım, yeni bağlar kuracağım. Ve -umarım- uzun uzun düşüneceğim.

Düşünmelerim sadece dönüşte hangi şirkette çalışacağımın çok dışında. Nasıl bir iş yapmak istediğimden, dış görünüşüme, hayatımı nelerle doldurmak istediğime ve nasıl bir "Cem"le yaşamak istediğime kadar geniş bir yelpazede düşünüyorum. Radikal kararlarım var (daha şimdiden), radikal fikirlerim de. Dönünce ne kadarını yapabilecek cesaretim ve kararlılığım olur bilmiyorum, ama en azından bu yazıyı "geleceğe not" anlamında kaydetmek istiyorum.

Fırsat bulabilirsem orada not ettiğim cümleleri ve yazıları izne çıktığım günlerde paylaşıp varlığımı hatırlatacağım. Üst üste mesajlarla rahatsız edersem kusuruma bakmayın :)

Sevdiklerimden ayrılıyor olmak çok üzücü, tek dileğim bunun kısa sürmesi. Umarım yaşadıklarımız sadece "biraz ayrılık, biraz hüzün" olur. Çok özletmeden geri dönmek dileğiyle...

23 Mayıs 2012 Çarşamba

"O"nun günlüğüne mektuplar - 22 Mayıs 2012


Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı.

Behçet Necatigil

1 Nisan 2012 Pazar

Ömür Boyu



Biraz önce iki insanın hayatı değişti. Dünya denen bu kapalı kutu, bu çıkmaz sokakta, hayatlarının sonuna kadar aynı insanla yürümeye söz verdiler. Hem de sevdikleri insanların önünde, görkemli bir salonda.

Otelin alt katındaki salonda her detay, burada önemli bir karar verileceğini ispatlarcasına ince düşünülmüş. Gelin ve damadın çocukluklarından bugüne fotoğraflarını gösteren ve adeta "Biz birbirimiz için yaratılmışız, yollarımızın kesişmesi tesadüf değil" kaderciliğini yansıtan bir ekran var. Zarifçe düzenlenmiş masaların yanından geçerken, yıllardır görüşmemiş insanların meraklı sohbetini duyabilirsiniz. Tüm bu akrabalar ve tanıdıklar camiasında, kayıp haberlerinin sevinçlerden daha çok yayılmış olması enteresan. Atalarımız yanılmamış.

7 Ocak 2012 Cumartesi

Okey Taşları




















Dağıldık. Dağıtıldık. Dört büyük tahta parçasına ve hepsinden uzak, yalnız bir adaya yayıldık. Bildiğimiz bütün dünya bundan ibaret. Biz okey taşlarıyız.

Yaşamamızın şans işi olduğunu söylerler. Haklılar. Bizi şans yarattı, yine şans öldürecek. Her sene bizim için yeni bir oyundur, masada kalırız ya da köşedeki mezarlardan birine gömülürüz.

Popomuza yediğimiz ilk şaplakla başlar oyun. Şaşırma, taş bile olsan kurtarman gereken bir kıçın var sonuçta. İlk başta oyunlar hep zor olur. Acemisiyiz ne de olsa. Ya sıralanırız küçükten büyüğe, beş-altı-yedi diye, aile diye; ya da yaşıtlarımızı bulur, üçlü dörtlü gruplarla dolaşırız birlikte. Rahattır çünkü, güvenlidir onların yanında olmak. Yerin bellidir, kolay kolay bozulmaz birliğiniz. Kimse sizi bozmaya cesaret edemez.

Derken nice oyunlar geçer, kazanır kaybederiz bu yolda. Küçük zaferler, gözümüzde büyüttüğümüz yenilgiler... Hepsi oyunu öğretmek için aslında. Ve sonra, tam "öğrendim galiba" derken başlar asıl hayat. Çünkü biz, bir zaman sonra, "çifte gitmesi" istenen okey taşlarıyız. Asıl sınav odur, asıl takdir oradan gelir. Bir kere bile çifte gitmeyeni, en azından denemeyeni, oyunu öğrenmiş saymazlar burada. Lakin çifte gitmek zordur. Sabır ister, arayış ister, uyum ister. Üstüne üstlük, çifte giden taşlara daha kolay müdahale edilir. Bazen "böyle yürümeyecek galiba" şüphesi bile çiftleri ayırmaya yeter.

Yine de, derdin oyunu sadece kazanmak değil, aynı zamanda güzel bitirmekse, "Biliyor bu işi!" dedirtmekse, geç olmadan çifte gitmeyi dene. Bilirsin, oyun başladıktan sonra çifte gitmek her saniye zorlaşır. Taşlar azalır, benzerini bulamazsın ortalıkta. Unutma ki bu masa, sırf çifte gidemiyor diye bir köşede üst üste dizilmiş taşlarla dolu.