7 Mart 2016 Pazartesi

Sahne Bir



    











    Aklımda bir sahne var. Çok sıcak bir öğle vakti, sırtımızda durdukça ağırlaşan çantalarımızla gezerken, yapabileceğimiz en iyi şeyi yapıyoruz: Kendimizi o büyük galerinin soğuk, loş ışıklı koridorlarına atıyoruz. Kapıdan girdiğimiz anda yüzümüze çarpan serinlik nasıl da iyi geliyor! Bütün öğleden sonrayı burada geçirelim diyoruz. Resimler de şahane. Zaten burayı gezmek de aklımızdaydı, dışarısının yandığı zamana denk getirmek akıllıca oldu.

    Galeri güzel, ama çok büyük. İrili ufaklı bir sürü salon, gez gez bitmiyor. Başta harika gözüken resimler, bir süre sonra sıkmaya başlıyor. Daha kaç tane "Madonna and Child" tablosuna bakabiliriz ki? Çıkalım diyorum, sen o kavurucu sıcağa tekrar çıkmak istemiyorsun, ben seni başka bir şekilde serinleteceğime söz verip ikna ediyorum. Şimdiye kadar hangi sözümü tutmadım ki?

    Çıkınca köprüye doğru gidiyoruz, meşhur köprüye. Ve meşhur köprünün meşhur dondurmacısına. Laf olsun diye değil, gerçekten meşhur. İnternette iyi puan almış. İyi puan aldığı gibi, iyi de paramızı aldı. Ama senin yüzündeki mutluluğu görmek için değer! Hiç acele etmeden, canımızın istediği yerleri geziyoruz. Bir sokağı kalabalık görüyoruz, girmiyoruz mesela. Başka bir sokağa ise yalnızca sonundaki köşe başında duran sevimli kediden dolayı giriyoruz. Hemen de sokuldu sana!

    Güneşin etraftan biraz el etek çekmesini fırsat bilip, tepeye çıkan yokuşa vuruyoruz kendimizi. Çok vaktimiz yok, günbatımını orada karşılayacağız. Arada durup fotoğraf çekiyoruz, ama yukarıda çektiklerimiz bir başka olacak.

    Tepeye tam zamanında varıyoruz. Doğanın bu harikulade kısa filmi için en güzel yerdeki koltuklara, daha doğrusu taş duvara oturuyoruz. Fırsat bulmuşken ben video çekiyorum, fotoğrafları nasılsa sen çekersin. Manzara muhteşem; nehir, köprü ve seninle cennetimin parçaları tamamlanıyor. Güneşle vedalaşınca makineni alıp fotoğraflara bakıyorum, yine hepsi çok güzel. Daha önce çektiklerine doğru gittikçe şaşırıyorum, benim görmediğim ne ilginç insanları çekmişsin. "Şu kocaman şapkalı olan," diyorum, "aslında şu tenha yan sokaklardan birinde, bir şapka dükkanında çalışıyormuş. Böyle sıcaklarda dükkanın en ilginç şapkasını takıp sokakları turlarmış. Olur da birisi ona ilgi gösterir, şapkasıyla ilgili bir muhabbet açacak olursa dükkanın yerini tarif edip şapkayı oradan aldığını, dükkanda bir sürü güzel şapka olduğunu anlatırmış". Sen ilk anda şaşırsan da artık bu uydurma hikayelerime alıştın, gülmeye başlıyorsun. Sonra "Bak ne göstereceğim!" deyip dün gece otel odasında çizdiğin resmi bana uzatıyorsun. Dün anlattığım hikayeyi çizmişsin! Bu halimize bayılıyorum. Sen benim anlattığım hikayeleri çiziyorsun; ben senin resimlerine, fotoğraflarına öyküler yazıyorum. Birbirimizin ruhuna iyi geliyoruz.