28 Ekim 2012 Pazar

Nöbette

Çelik kaskı kafana taktığın anda üşüşüyor düşünceler. Sanki çıkış yollarını kapatmışsın da, kaçacak yer arıyorlarmış gibi dört dönüyorlar zihninde. Bakmayın dışarıdan hep aynı göründüğümüze. Herkes aslında kendi düşüncelerinin nöbetini tutuyor.

Mevziler askerin efkar masası gibi. Sorsan herkes dertli, herkes bir şeyleri çözmeye çalışıyor. Gerçi bu dünyada derdi olmayan var mı ki, gariban askerin derdi olmasın? On beş aydır geleni gideni olmayanı mı dersin, üç kuruş maaşından ailesine para ayırmaya çalışanı mı, yoksa sevdiğine kavuşamayanı mı... Sevdiğini düşünmek en "lüks" dert gibi, ama aslında en çok can acıtanı. Çünkü çıkar yolu yoktur, elden bir şey gelmez. "O" ya vardır, ya yoktur. Ya yanındadır, ya da hiçbir yerde. Belki de aslında her yerdedir, gözünün alabildiğine... Neyse... Neyse diyince dağılıyor düşünceler, kuytuya kaçıyorlar bir süreliğine. Sonra yaramaz çocuklar gibi yine üşüşecekler başıma, biliyorum.


O gün yine nöbete çıkmıştım. Cuma öğle vakti, rahatça tutmayı planladığım bir nöbetti. Düşüncelerle mücadele etmeye alışmıştım ne de olsa. Hoşuma gitmeye bile başlamıştı. Normal hayatta kolay kolay elde edemeyeceğim bir yalnızlık sunuyor burası. Önümüzdeki boş arazi, yanımdaki küçük mezarlık bu sessiz -ve içten içe gürültülü- yalnızlığın izdüşümleri... Aniden yükselen ezan sesiyle etrafımdaki sessizlik dağılıyor. Beni her zaman dinleyenin varlığını hatırlayıp irkiliyorum. Hayırlar atfedilmiş bu zaman diliminde, şimdiye dek belki binlerce kez dilediğim şeyi yeniden diliyorum. Duyan var, biliyorum.

Mevzide esen sert rüzgarla üşüyorum. Havalar soğuduğundan beri nöbet tutmak zorlaştı. Hele şu anki gibi yağmur da yağarsa küçücük üstü kapalı kısma sıkışıp kalıyorum mecburen. Nereden çıktı bu şimdi? Dolaşınca bile geçmiyordu dakikalar, böyle kıpırdayamazken hiç geçmez. Sanki kapana kısıldım, aynı şeyler gibi, aynı... Evet aynı şu karşımda ağa dolanmış sinek gibi. Az önce baktığımda yoktu, yeni takılmış olmalı. Neler düşünüyordur kim bilir? Ölümle burun buruna, çok mücadele ediyor kurtulmak için. Benden uzakta kaldığı için elleyemiyorum, sadece bakıyorum.

Derken arkamda aniden beliren, karakolun uysal köpeği beni şaşırtıyor. "İyi ki nöbetçiyim, köpek kaç basamağı aşıp arkama gelmiş fark etmiyorum" diyorum içimden. Selam verip yanıma çağırıyorum. Mutsuz bakıyor bana, bir derdi var belli ki. Zaten derdi olmayan bu mevziye uğramıyor. Yağmurdan kaçmış sanırım, saklanacak yer arıyor. Epey de üşümüş olmalı. Geldiği gibi kıvrılıyor yanıma. Biraz duruyor, tam da ben kendi düşüncelerime gömülmüşken öyle bir iç geçiriyor ki... "İşte," diyorum, "üç tane dertli bir metrekarede toplandık".

Üçümüz de başımızda "hayati" meselelerle duruyorduk ve yardıma ihtiyacımız vardı. Yardım öyle çok şekle giren bir hamurdur ki, bazen görünmez bir el olur, bazen sarılacağın birisi kadar tanıdık. Ben de bu üşümüş dostum için bir şeyler yapabileceğimi düşündüm ve kenarda duran kirli bir çarşafı üzerine örttüm. Rahatladı, ve biraz sonra uyudu. Artık daha mutlu gözüküyordu. "En azından birimizin yükü hafifledi sinek kardeş" dememle karşımdaki boşluğu fark etmem bir oldu. Belli ki onun da imdadına bir şey yetişti. Yukarı baktım, artık ben de daha umutluydum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder