10 Mayıs 2011 Salı

Çaput


Köyün en bakımsız ağacıydı. Evlerin bile terk ettiği bir tepede, tek başına durur, manzarayı seyrederdi. Büyük şehirlerin yalnız yaşlıları gibi, uzakta gördüğü çocukların gelip de kendi yanında neşeyle oynamalarını nasıl da beklerdi. Bazen gerçekten gelirlerdi, kimi annesinin elinden tutup, kimi kaçan topunun peşinden koşarak. İşte o zaman bir bayram sabahı mutluluğu yerleşirdi ihtiyar gövdesine.

Sair günlerde kendini en özel hissettiği zamanlar, misafirlerini ağırladığı anlardı. Misafirleri her daim sessiz ve çekingen olurdu. Ellerinde renkli kumaş parçaları ve bezlerle usulca yaklaşır; göz ucuyla, adeta dikkat çekmemeye çalışarak, uzanabilecekleri bir dal parçası arar; buldukları ilk dala bezi bağlayıp başları öne eğik mırıldanmaya başlarlardı. Bazen fısıltıları gözyaşlarıyla ıslanıp toprağa karışırdı; o zaman acıyı köklerinde hissederdi bu ihtiyar sırdaş.

Üzerine düğümlü kumaşlarla rengarenk bir elbise giymiş gibiydi. Her bir renk farklı bir haykırışı temsil ediyordu sanki: Bereketli hasatların sarısı, imkansız sevdaların kırmızısı; gurbette kalan asker yeşili, hasretle beklenen evlat mavisi... Kimi hayaller de bu bezler gibi sonradan solmuş olsa da, kimse bu adetten vazgeçmezdi. Bazıları kimseyle paylaşmadan gelir ona anlatırdı tüm sıkıntısını. O da sabırla dinlerdi herkesi. Doğası gereği artık meyve vermeyeli uzun zaman olmuştu. Ama o, farklı farklı bedenlerde umut meyveleri büyütmenin yolunu keşfetmişti, onu en mutlu eden şey buydu.

Bir gün, genç bir kızın ayak sesleriyle uyandı. Etraf o kadar sessizdi ki, kızın küçücük ayaklarından çıkan ses bile uykusunu bölmeye yetmişti. Ziyaretinin sebebi az çok belliydi elbet, ihtiyar hemen kulak kesilip derdini dinlemeye koyuldu. Ağabeyinden söz etti sevimli kız, hastalıktan belini doğrultamayan ağabeyinden. Çok acı çekmişti, kız onun bir an evvel iyileşmesini istiyordu. Cümlelerini tamamlayamadan ağlamaya başladı. Kızın derdinden çok etkilenen sırdaşı da geceden yağan çiğlerle ona eşlik etti. Bir süre yalnızca damlaların ve hüznün sesi duyuldu.

Uzaktan gelen seslerle irkilen genç kız, aceleyle gözlerini silerek doğruldu. Cebinden bembeyaz bir kumaş çıkardı. Ağabeyine hiçbir kara haberin yaklaşmamasını istiyordu. Kumaşı bağlayabileceği bir dal ararken, kapkara kıyafetli bir adamın yaklaştığını gördü. Adamı hemen tanımıştı, civarda kimsenin pek ilişmek istemediği biriydi. Geçmişiyle ilgili bir sürü rivayet dolaşırdı. Kimisi çocuğunu erken yaşta kaybettiğini söylerdi, kimisi karısının doğum sırasında öldüğünü ve kocasına sağlıksız bir bebek bıraktığını. Kimse gerçeği bilmiyordu, ama bildikleri tek şey, adamın çok kötü bir hayat geçirmiş olduğuydu. Adam kızın yanına kadar geldi, yüzünü ağaca döndü. "Çok şey bekliyorsunuz bundan, hayatta bu kadar umuda yer yok" dedi. Kız düşündü, kar rengi kumaşından bir parça kopardı ve hafif bir tebessümle adama uzattı: "Ağaçta yer olduğuna göre, hayatta da elbet vardır". O andan sonra, artık bu kötü kaderli adamın elinde de bembeyaz bir umut parçası vardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder